İngilizce içindeki bare ne anlama geliyor?
İngilizce'deki bare kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte bare'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki bare kelimesi çıplak, üryan, açık, örtüsüz, boş, bomboş, tamtakır, temel, yapraksız, yaprakları dökülmüş, göstermek, açığa çıkarmak, ortaya çıkarmak, ayı, taşımak, ağırlığını kaldırmak, katlanmak, tahammül etmek, dayanmak, vermek, doğurmak, doğurmak, dayanmak, dönmek, sapmak, kaba kimse, karamsar, açıkçı, zor şey, kalmak, taşımak, davranmak, hareket etmek, yüklenmek, beslemek, göstermek, adını taşımak, ismini taşımak, fiyatları düşürmek, sırları açıklamak, sırrı yaymak, temeller, çıplak ayak, yalın ayak, temel ihtiyaçlar, temel gereksinimler anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
bare kelimesinin anlamı
çıplak, üryanadjective (person: naked) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Craig's towel fell off and he was left completely bare. |
açık, örtüsüzadjective (body part: uncovered) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) He suffered cuts to his bare feet from all the sharp stones. |
boş, bomboş, tamtakıradjective (place: empty) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The apartment was bare; it was as though the family had never lived there at all. |
temeladjective (figurative (facts, truth: basic) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) There is no way to argue against the bare facts of the matter. |
yapraksız, yaprakları dökülmüşadjective (tree: no leaves) (ağaç) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The winter trees were bare against the pale grey sky. |
göstermek, açığa çıkarmak, ortaya çıkarmaktransitive verb (uncover, show) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Before long, the truth will be bared to all. |
ayınoun (mammal: ursidae) (hayvan) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) America is home to many species of bear. Amerika'da pek çok türde ayı yaşamaktadır. |
taşımak, ağırlığını kaldırmaktransitive verb (support weight) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The bridge must bear the weight of the cars and trucks. Köprü, üzerinden geçen araba ve kamyonların ağırlığını taşıyabilmelidir. |
katlanmak, tahammül etmek, dayanmaktransitive verb (endure [sth]) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He could hardly bear the suspense. Gerilime güçlükle tahammül etti. |
vermektransitive verb (produce flowers, fruit) (meyve, çiçek) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) After several years of drought, the apple tree finally bore fruit. |
doğurmaktransitive verb (give birth to: a child) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The queen bore fourteen children, but only three survived childhood. |
doğurmaktransitive verb (give [sb] with an heir) (birisine bir şey) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The Queen bore her husband three daughters. |
dayanmaktransitive verb (withstand, stand up to) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He knew his alibi would bear scrutiny, so he had no problem telling it to the detectives. |
dönmek, sapmakintransitive verb (curve: left, right) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) You need to bear left at the fork in the road. Yol ayrımında sola sapmanız (or: dönmeniz) gerekiyor. |
kaba kimsenoun (US, informal, figurative (rude person) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He is a bear first thing in the morning. |
karamsarnoun (business pessimist) (kişi) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) In the current recession, we're all bears. |
açıkçınoun (informal (finance: short seller) (finans) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A bear sells when he hopes prices will go even lower. |
zor şeynoun (US, informal, figurative ([sth] difficult) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Avoid taking economics with Professor Smith; his class is a bear! This tax form is a bear! |
kalmakintransitive verb (remain) (sadık, vb.) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) He would bear true to the promises he made. |
taşımaktransitive verb (carry [sth], [sb]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The donkey had to bear the load to the camp. |
davranmak, hareket etmektransitive verb (conduct: yourself) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He bore himself with courage and distinction. Farklı ve cesur davrandı. |
yüklenmektransitive verb (assume) (sorumluluk, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I will bear the responsibility for my decisions. |
beslemektransitive verb (ill will, resentment: harbour) (kin, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) George doesn't bear any ill will towards people whose views are completely different from his own. |
göstermektransitive verb (display, show [sth]) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The warrior's face bore several deep scars. |
adını taşımak, ismini taşımaktransitive verb (have: name, title) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He bears his father's name. |
fiyatları düşürmektransitive verb (finance: attempt to lower price) (borsa, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The brokers were trying to bear the stocks. |
sırları açıklamak, sırrı yaymakverbal expression (figurative (tell your secrets) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) In the next issue of the gossip magazine, one of the top Hollywood stars will bare all! |
temellerplural noun (figurative (essential facts) (mecazlı) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) |
çıplak ayak, yalın ayakplural noun (feet without shoes) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) It's good to walk along the beach with bare feet and feel the sand between your toes. In some cultures, walking around in your bare feet in public is considered rude. |
temel ihtiyaçlar, temel gereksinimlerplural noun (only the essentials) Only take the bare necessities, or you will have too much luggage. |
İngilizce öğrenelim
Artık bare'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
bare ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.