İngilizce içindeki fuller ne anlama geliyor?
İngilizce'deki fuller kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte fuller'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki fuller kelimesi dolu, dolu, dolmuş, ile dolu olmak, ile dolu olmak, tam, azami, maksimum, tok, büyük, gür, gerçek, komple, doygun, tam, dolu, doğruca, çok, kastarlamak, eski haline dönmek, tam miktar, tüm miktar, tam pansiyon, dolunay, dolunay, ad ve soyad, tam ad, tam isim, hareketli, enerjik, başarılı, ümit verici, umut verici, umut dolu, yoğun, aşırı, son derece, nokta işareti, nokta, tamamen durma, tam hız, tam hızla, son süretle, tam zamanlı çalışma, tam zamanlı, tam zamanlı olarak, tamamen dolu, tam gelişmiş, güçlü, kuvvetli, tam yetkili, tam teşekküllü, boy, yere kadar, uzun metrajlı, boylu boyunca, doğal büyüklükte, geniş çaplı, tam olarak, tam, çoktan başlamış, doldurmak, çok iyi bilmek, boy çekim, çekici kimse, azami ölçüde anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
fuller kelimesinin anlamı
doluadjective (filled) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This box is full. Can you get me another? Bu kutu dolu. Bana başka bir kutu getirir misin? |
dolu, dolmuşadjective (complete) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) My notebook is full. I should get another one. |
ile dolu olmakverbal expression (be filled with) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I can't eat this breakfast cereal: it's full of nuts. |
ile dolu olmakverbal expression (contain many or much) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I am full of enthusiasm for this project. |
tamadjective (entire) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She waited a full week before saying no. Hayır demeden önce tam bir hafta bekledi. |
azami, maksimumadjective (maximum) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The cherry trees are in full bloom. |
tokadjective (satiated) (karnı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I was full and didn't have room for dessert. |
büyükadjective (ample) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She had a very full bosom. |
güradjective (abundant) (saç, vb.) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) She had full, thick hair. |
gerçekadjective (blood lines) (kardeş) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I have two full sisters and two half-brothers. |
kompleadjective (music) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The composer uses lots of violins to achieve a full sound. |
doygunadjective (wine, food) (tat) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This red has a full flavour and lots of body. |
tamadjective (baseball: count) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) With a full count, he tripled to left. |
doluadjective (baseball: men on base) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Ortiz always seems to go to bat when the bases are full. |
doğrucaadverb (directly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The car came at us, full on. |
çokadverb (very) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You know full well that he's not coming. |
kastarlamaktransitive verb (textiles: clean and thicken) (tekstil) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Fulling the woollen fabric makes it thicker. |
eski haline dönmekverbal expression (figurative (return to original situation) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Today I'm starting work back at the firm where I had my first job; I feel like my career's come full circle. |
tam miktar, tüm miktarnoun (full amount) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) During the strike, the school had to open without its full complement of teachers. |
tam pansiyonnoun (accommodation: room and meals) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Full board costs less than 50 euro per day. Her university scholarship includes full board. |
dolunaynoun (moon: fully visible) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The light of the full moon made it easier to travel by night. |
dolunaynoun (phase: moon fully visible) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Legend states that werewolves only appear during the full moon. |
ad ve soyadnoun (first, middle and last names) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You must always give your full name when filling out government forms. Please state your full name to the judge. |
tam ad, tam isimnoun (complete given and family names) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Hispanic cultures use the mother's last name as part of the child's full name. |
hareketli, enerjikadjective (figurative, vulgar, slang (person: energetic, lively) (kişi, mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Well, aren't you full of piss and vinegar today! Why so enthusiastic? |
başarılıadjective (person: talented, likely to succeed) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) As a child, she was full of promise. |
ümit verici, umut verici, umut doluadjective (enticing) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Life was full of promise for the young man. |
yoğunadjective (intense or intensive) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
aşırıadjective (informal (extreme, utter) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
son dereceadverb (slang (extremely, completely) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
nokta işaretinoun (UK (punctuation mark: period) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) You should always use a capital letter after a full stop. |
noktanoun (UK, informal (period: and that is that) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We're not doing it. Full stop! |
tamamen durmanoun (complete end of motion) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The police will ticket you for anything less than a full stop at a stop sign. |
tam hız, tam hızla, son süretlenoun (top speed, power) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The train had been travelling at full tilt when the accident happened. |
tam zamanlı çalışmanoun (standard weekly working hours) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Now that I moved from part time to full time I'm covered under the company's medical program. |
tam zamanlıadjective (of standard weekly working hours) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) They think that cutting down the full-time working week to 36 hours will increase employment. |
tam zamanlı olarakadverb (on a full-time basis) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I'm now working full time at the baker's on the corner. |
tamamen doluadjective (informal (completely full) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
tam gelişmişadjective (fully developed) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It usually takes years for the HIV virus to develop into full-blown AIDS. // It started as a minor political scandal but the constitutional crisis is now full blown. |
güçlü, kuvvetliadjective (of full strength, flavour) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This is a full-bodied wine with hints of blackcurrant and raspberry. |
tam yetkiliadjective (achieved rank) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) John was finally a full-fledged professor. |
tam teşekküllüadjective (completely developed) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) If you catch the symptoms early enough, you can prevent full-fledged pneumonia from developing. |
boynoun as adjective (showing complete length of body) (ayna, fotoğraf) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Isabelle turned to check the back of her skirt in the full-length mirror. |
yere kadarnoun as adjective (clothing: reaching to floor) (giysi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This full-length dress feels too old-fashioned to me. // For a black-tie affair, women should wear a full-length gown. |
uzun metrajlınoun as adjective (novel, film: usual length) (film) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Is this a full-length novel or a novella? |
boylu boyuncaadverb (with body extended) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) There she was, stretched out full-length on the couch. |
doğal büyüklükteadjective (life size) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The artist specializes in painting full-scale portraits. |
geniş çaplıadjective (using all resources) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The generals are planning a full-scale invasion of the island. |
tam olarak, tamadverb (fully, completely) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I've read the instructions in full but I still can't work out how to turn the camera flash off. |
çoktan başlamışadjective (well underway) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The party was in full swing when I arrived - everyone was having a great time. |
doldurmakverbal expression (informal (overfill) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Tom jammed his backpack full of useless things. |
çok iyi bilmekverbal expression (be very much aware) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) He knew full well that what he was doing was illegal, but it didn't stop him. |
boy çekimnoun (movie, photo: wide-angle view) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The film begins with a long shot in which you can see the whole town. |
çekici kimsenoun (slang, figurative (attractive person) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) That guy is the full package: good-looking, employed and owns his own house. |
azami ölçüdeadverb (to the maximum degree) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
İngilizce öğrenelim
Artık fuller'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
fuller ile ilgili kelimeler
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.