İngilizce içindeki move ne anlama geliyor?

İngilizce'deki move kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte move'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki move kelimesi hareket etmek, ilerlemek, yerini değiştirmek, yer değiştirmek, dikkatini yöneltmek, dikkatini çevirmek, atılmak, taşımak, etkilemek, duygulandırmak, taşınmak, hareket, yönelmek, hareket etmek, sıra, hamle, taşınma, sıra, hamle, ilerlemek, hareket etmek, satmak, satılmak, sırası gelmek, işlemek, teklif etmek, önermek, ev değiştirmek, hareket ettirmek, yürütmek, hareket ettirmek, satmak, duygulandırmak, neden olmak, sebep olmak, yol açmak, kıpırdanmak, dolaşıp durmak, hareket etmek, ilerlemek, gitmek, hareket etmek, dolaşmak, yerleşmek, dahil olmak, -e taşınmak, uzaklaşmak, başka yere gitmek, hayatına devam etmek, yaşamına devam etmek, geçmek, ilerlemek, başka yere yönlendirmek, evden taşınmak, kenara çekilmek, çekilmek, terfi etmek, çekilmek, yerinde duramayan, sürekli yolculuk eden, devamlı seyahat eden, kötü hareket/iş, gitmek, harekete geçmek, asılmak, taşınmak, geri çekilmek, uzaklaştırmak, -den uzaklaşmak, uzağına koymak, geri gitmek, geri dönmek, yerine koymak, ilerlemek, yol almak, öne getirmek, başka eve taşınmak, içinden geçmek, hareketli, hareket halinde, hareket halindeyken, yanlış hareket anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

move kelimesinin anlamı

hareket etmek

intransitive verb (be in motion)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Stop moving and the wasp will leave you alone.

ilerlemek

intransitive verb (advance)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The protesters moved towards the line of police.

yerini değiştirmek

intransitive verb (change position, location)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This seat is reserved. I'm afraid you'll have to move.

yer değiştirmek

(change position, location)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Amy moved to a seat near the front of the room.

dikkatini yöneltmek, dikkatini çevirmek

(turn attention to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I want to move to the question of how we are to finance this project.

atılmak

verbal expression (take action)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
He moved to open the door but she grabbed his arm.

taşımak

transitive verb (change position, location of)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I moved the car closer to the house.
ⓘBu cümle, İngilizce cümlenin çevirisi değildir. Televizyonu yatak odamıza taşıdık.

etkilemek, duygulandırmak

transitive verb (often passive (affect emotionally)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Everyone was moved by the film.
Bu filmden, izleyen herkes etkilendi.

taşınmak

intransitive verb (change residence)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
When I was five years old, we moved.
Beş yaşındayken buradan taşındık.

hareket

noun (movement)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
With a sudden move, he grabbed the robber.
Ani bir hareketle soyguncuyu bileğinden kavradı.

yönelmek, hareket etmek

noun (step toward [sth]) (bir şeye doğru)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The sheriff blocked the outlaw's move for the door.

sıra

noun (game: turn) (oyun, vb.)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It is my move next.
Oyun sırası bende.

hamle

noun (game: choice of action) (oyun)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
My opponent anticipated my every move.

taşınma

noun (informal (house move: change of residence)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
All our belongings are packed up in boxes, ready for the move.

sıra

noun (game: turn, go) (oyun)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It's your move; hurry up and roll the dice.

hamle

noun (action, step)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The police tried to anticipate the criminal's next move. Critics believe the government's move to tackle poverty does not go far enough.

ilerlemek, hareket etmek

intransitive verb (follow a course) (bir yere doğu)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The storm is moving to the east.

satmak, satılmak

intransitive verb (merchandise: be sold)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The new merchandise isn't moving.

sırası gelmek

intransitive verb (game: take a turn) (oyunda)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's your turn to move.

işlemek

intransitive verb (bowels: evacuate) (bağırsaklar)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The food made his bowels move quickly.

teklif etmek, önermek

(make a proposal)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The council member moved to adjourn the session.

ev değiştirmek

transitive verb (change residence)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She moved apartments twice last year.

hareket ettirmek, yürütmek

transitive verb (advance: a game piece) (oyunda taşı, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He moved his piece forward four spaces.

hareket ettirmek

transitive verb (put in motion)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He moved his arms up and down.

satmak

transitive verb (informal (sell: goods, merchandise) (mal, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We have to move the merchandise before the end of the fiscal year.

duygulandırmak

(impel emotionally)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Karen was moved to take in the stray dogs.

neden olmak, sebep olmak, yol açmak

(cause, provoke)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
His actions moved her to call the police.

kıpırdanmak

phrasal verb, intransitive (UK (fidget, be restless)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The child was moving about in his chair because he was bored.

dolaşıp durmak

phrasal verb, intransitive (UK (relocate frequently)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Irena often has to move about because of her job; she's lived in three different countries in the last five years.

hareket etmek

phrasal verb, intransitive (UK (be mobile or active)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You should move about more, not sit in front of the computer all day!

ilerlemek

phrasal verb, intransitive (advance, go forward)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The train was moving along at great speed.

gitmek

phrasal verb, intransitive (leave, go on your way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The officer told the boys to move along.

hareket etmek

phrasal verb, intransitive (be mobile, active)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The doctor said I have to move around in order to maintain my weight. He's always moving around; he never stays long in one place.

dolaşmak

phrasal verb, intransitive (relocate frequently)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Diplomats frequently move around from one country to another.

yerleşmek

phrasal verb, intransitive (make one's home)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've found a new flat, and I'm moving in next week.

dahil olmak

phrasal verb, intransitive (become involved)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Terry's future mother-in-law moved in and took over control of all the wedding arrangements.

-e taşınmak

phrasal verb, transitive, inseparable (take up residence in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They moved into their new home last week.

uzaklaşmak

phrasal verb, intransitive (vehicle: drive away)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He put the car in gear and moved off down the highway.

başka yere gitmek

phrasal verb, intransitive (go elsewhere)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I've really enjoyed my time in Rome, but now it's time for me to move on.

hayatına devam etmek, yaşamına devam etmek

phrasal verb, intransitive (informal, figurative (accept change)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Roger is ready to move on after his divorce.

geçmek

phrasal verb, intransitive (figurative (take up new activity, subject) (başka konuya, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If everyone understands that now, let's move on.

ilerlemek

(figurative (progress to)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
After the children have mastered addition they will move on to division.

başka yere yönlendirmek

phrasal verb, transitive, separable (often passive (compel to go elsewhere)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
They went to the park, but once more the police moved them on.

evden taşınmak

phrasal verb, intransitive (leave one's home)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Although I got on well with my parents, I couldn't wait to move out.

kenara çekilmek

phrasal verb, intransitive (move aside to create space)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The rude man refused to move over to let me pass.

çekilmek

phrasal verb, intransitive (figurative (concede loss of position)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Tony moved over to let Andrew take over as team leader.

terfi etmek

phrasal verb, intransitive (be promoted)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Sarah moved up and is now a sales manager.

çekilmek

phrasal verb, intransitive (informal (shift across to make room for [sb])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When Paul arrived, we all had to move up to make room for him on the sofa.

yerinde duramayan

adjective (informal (never still)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Sheila is always on the move and never has the time to sit down for a chat.

sürekli yolculuk eden, devamlı seyahat eden

adjective (informal (travelling a lot)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Barry is always on move because he has to go on a lot of business trips.

kötü hareket/iş

noun (informal (ill-judged action)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It was a bad move to mention Lisa's new boyfriend in front of her ex.

gitmek

verbal expression (informal (leave)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He was tired of this town, so he decided to make a move.

harekete geçmek

verbal expression (figurative, informal (begin, act)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Jane thought it was the right time to make a move and open her own restaurant.

asılmak

verbal expression (informal (try to seduce) (birisine)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

taşınmak

(relocate, go to live elsewhere)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I moved away when I was 18 years old and went to live in the city.

geri çekilmek

(retreat, step back)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I moved away from the fire because it was too hot.

uzaklaştırmak

(place at a greater distance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The mother moved the glass away, out of the child's reach.

-den uzaklaşmak

verbal expression (step further from)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Alice moved away from the rubbish bin when she noticed the bad smell.

uzağına koymak

verbal expression (place at a greater distance from)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The mother moved the glass away from the child's reach.

geri gitmek

(step backwards, retreat)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I moved back when I saw the Rottweiler in my path.

geri dönmek

(return to previous location) (önceki evine, yerine, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I will move back home when my exams finish.

yerine koymak

(place in previous location)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
We had moved the furniture to the sides of the room to create space for people to dance at the party, and the next day we moved it back.

ilerlemek

(advance, go forwards)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Put the car in gear so you can move forward.

yol almak

(figurative (make progress) (mecazlı)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Now that I have the supplies I need, I can move forward with my project. We've moved forward as a country since the days of racial and gender discrimination.

öne getirmek

(place closer to the front)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In order to rotate the stock, move the old product forward and put the new product behind it on the shelf.

başka eve taşınmak

(change residence)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We're moving house so we need to pack everything into boxes.

içinden geçmek

verbal expression (travel through a place)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The army is currently moving through the forest on their way to the city.

hareketli

adjective (informal (restless, mobile)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
After robbing the bank, he was constantly on the move trying to evade the authorities.

hareket halinde

adverb (informal (moving around)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
Be careful out there; the lions are on the move.

hareket halindeyken

adverb (while moving)

(zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").)
My smartphone enables me to keep up with email on the move.

yanlış hareket

noun (informal (error)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Telling me to follow his advice was definitely a wrong move. I realize now that buying that new car was a wrong move.

İngilizce öğrenelim

Artık move'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

move ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.